audrey hepburn

karabasansenatosu
bol ödüllü sinema yıldızı.iki adet altın küre ödülü var.1954 yılında "roman holiday" ile kazandığı oscar’ın yanında tam 4 kez en iyi kadın oyuncu oscar’ına aday gösterildi. bunun yanında 2 kez ingiliz film akademisi ödülleri bafta’yı kazanan hepburn bu ödüle iki kez de aday gösterildi.
20 ocak 1993’te isviçre’de 64 yaşında kolon kanserinden öldü.. mezarı isviçrededir.
ilgili tüm bilgileri bulabileceğiniz site:
http://www.audreyhepburnfan.org/
independence
audrey hepburn, eda van heemstra adıyla da bilinen, ingiliz – hollandalı aktris ve hayırsever.



4 mayıs 1929 tarihinde, belçika’nın brüksel şehrinde doğan hepburn, yeteneği, gözalıcı güzelliği ve zerafetiyle tanındı. hollywood’da bir simge olarak pek çok kez taklit edildi.

gençliğinin büyük bir kısmını ingiltere’de bir yatılı okulda geçiren hepburn, ikinci dünya savaşı yıllarında, hollanda’nın arnhem şehrindeki konservatuarda eğitimini sürdürdü. nazilerin ülkeyi işgali sırasında, onlara karşı olan sivil harekete, ulaklık yaparak yardım ettiği söylenir.

savaştan sonra dansla ilgilenmeye başlayan hepburn, londra ve amsterdam’da bale eğitimi aldı. 1948 yılında londra’da, "high buton shoes" adlı operada ilk kez sahne aldı.

1950 yılında, ilk uzun metrajlı filmi “one wild oat” ta küçük bir rolü oldu. 1951 yılında da “young wives’ tales "ve “the lavender hill mob” gibi filmlerde, yine küçük rollerle yer aldı.

22 yaşına geldiğinde, bir broadway yapımı olan “gigi” de yer almak için new york’a geldi. oyunun sahnelenmesinden birkaç hafta sonra, hollywood’un ilgisini çektiği yönünde haberler aldı. iki yıl sonra yer aldığı “roman holiday” adlı filmle büyük bir başarı yakaladı. bu filmde canlandırdığı prencess ann karakteriyle eleştirmenlerin ve izleyicilerin beğenisini kazandı. hepburn bu performansıyla, en iyi kadın oyuncu oscarı’nı kazandı.

bu başarıdan bir yıl sonra, “ondine with mel ferrer” adlı oyunda sahne almak için broadway’e geri döndü. bu oyunda birlikte yer aldığı mel ferrer ile sahnede başlayan yakınlıkları, 25 eylül 1954 tarihinde, isviçre’de gerçekleştirdikleri evlilikleriyle sonuçlandı.

1954 yılında yer aldığı romantik komedi “sabrina” ile o yıl, akademi ödülleri’ne aday gösterildi.

1956 yılında eşi mel ferrer ve henry ford ile birlikte, tolstoy’un “savaş ve barış” kitabından yapılan bir uyarlamada yardımcı oyuncu olarak yer aldı.

1957 yılında, “funcy face” adlı müzikaldeki performansıyla, sahip olduğu dans yeteneklerini sergiledi. iki yıl sonra, sister luke karakteri ile yer aldığı film “the nun’s story” ile yeniden akademi ödülleri’ne aday gösterildi. 1960 yılında, john huston’ın yönettiği “the unforgiven” filminde, burt lancester ile birlikte rol aldı. aynı yıl ilk çocuğu olan sean dünyaya geldi.

1960 sonrasında birçok filmde çeşitli roller üstlenen hepburn, 1963 yılında, cary grant ile birlikte “charade”, 1964 yılında “my fair lady” ve 1967 yılında “wait until dark” adlı yapımlarda rol aldı. “wait until dark” filmi ile beşinci kez akademi ödülleri’ne aday gösterildi ve aynı yıl eşinden ayrıldı. 1969 yılında italyan psikiyatrist andrea dotti ile evlenen hepburn’ün, bu evliliğinden de luca isimli bir oğlu oldu.

1976 yılına gelindiğinde, sean connery ile “robin and marian” filmi ile izleyici karşısına çıkan hepburn, 1979 yılında da ben gazara ile birlikte “bloodline” adlı yapımda yardımcı oyuncu olarak yer aldı. ikili 1981 yılında, peter bogdanovaich tarafından yönetilen komedi, “they all loughed” da yeniden birlikte yer aldı. hepburn son olarak 1989 yılında, steven spielberg filmi olan “always” ile izleyici karşısına çıktı.

1980 sonrasında unicef’in iyi niyet elçisi olarak, tüm dünyada yardım çalışmalarına başladı.

20 ocak 1993 tarihinde, isviçre’de tolochenaz’daki evinde kolon kanserine yenik düştü.

hayatı boyunca zor durumdaki insanlara karşı olan yardımsever tutumlarıyla tanınan hepburn’ün bu çalışmaları, ölümünden sonra da oğulları sean ferrer ve luca dotti’nin oluşturduğu yardım fonuyla sürdürüldü.
elma sekeriiii
hakkında bir kaç şey okudum, en paylaşmaya değecek olan 3 altın öğüdüne denk geldim. buyrun:

" henrik edberg
spot: filmlerin siyah-beyaz olduğu günlere dönüp nostaljik bir yolculuk yapalım. audrey hepburn o dönemin en önemli hollywood starlarından biriydi. ve belki de en güzel, en masum yüzü… tüm zamanların moda ikonu hepburn, “roman holiday” ile oscar kazandı, aynı zamanda unicef’in iyi niyet elçisi olarak çalıştı. 1993 yılında kanser nedeniyle aramızdan ayrılan unutulmaz yıldız, hayatının son yıllarını unicef’in yardım faaliyetlerine adamıştı. burada kendi sözlerinden derlediğim 3 bilgelik dersini paylaşmak istiyorum.

dış görünüşün iç dünyanın bir yansımasıdır
“güzel gözlerin olsun istiyorsan, onları başkalarındaki güzellikleri görmek için kullan. güzel dudaklar için nezaket sözcükleri söyle. ve güzel bir duruş için hiçbir zaman yalnız olmadığını bilerek yürü.”
ne kadar güzel göründüğünüz, elmacık kemiklerinizin yapısıyla ya da ne ölçüde şık bir stiliniz olduğuyla ilgili değildir. insanlar diğer insanları zihinlerindeki süzgeçler vasıtasıyla algılarlar. nazik bir adam, onunla tanışıp konuştukça gözünüzde olduğundan yakışıklı bir hal alır. acayip yakışıklı bir adam ise konuştuğunuzda kaba saba laflar ediyorsa, gözünüzde hiçbir cazibesi kalmaz. hissettiklerimiz ve düşündüklerimiz görüntümüz üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. ve bu etki çevrenizdeki insanlara da geçer. duygular bulaşıcıdır ve insanlar birbirleri hakkındaki düşüncelerini çoğu kez bilinçaltı yollarla biçimlendirirler. kendinizi iyi hissettiğiniz bir günde pozitif modunuz birlikte olduğunuz kişilerce anında algılanır; neşeniz onlara da bulaşır. çoğu kez bunun farkında olmazlar; çünkü bilinçaltı bir süreç işlemektedir. elbette her zaman pozitif görünmek, kibar sözler söylemek, etrafa ışık saçmak mümkün değildir. ama bu gerçeği aklınızın bir köşesinde bulundurun ve duygu durumunuzun bir şekilde çevrenizdekilere bulaştığını, onlar tarafından aynalandığını bilin. içinizde her ne varsa dışarı yansır, siz isteseniz de istemeseniz de…

bırak senin hakkında isteyen istediğini düşünsün
“kendimi asla bir moda ikonu olarak görmedim. başkalarının öyle düşünmesi benim de öyle düşündüğüm anlamına gelmez. ben kendi işime bakarım.”
istediğin işi yapmanın yollarından biri de diğerlerinin senin hakkında düşündüklerini kafana takmamaktır. bazı şeyleri yapmanın ya da yapmamanın nedeni, belki de çoğu kez onaylanma ve beğenilme çabasıdır. okul sıralarında sürekli öğretmenlerimizden pekiyi alma derdindeydik. bu, onaylanma ve takdir görme gerekliliğini bilinçaltımıza yerleştirdi. patronumuz, eşimiz, meslektaşlarımız, arkadaşlarımız vb. tarafından… fakat bir süre sonra onaylanma ihtiyacı elimizi kolumuzu bağlıyor, diğerleri ne düşünür diye hayalimizdeki çoğu şeyi yapmaktan imtina ediyoruz. kim ne der diye düşünmeyenlerin çok daha özgür bir zihinle hareket edip hem kendi hem de başkalarının hayatlarında fark yarattıklarını görüyoruz. sonuçta bu insanlar özgür ve özgün seçimlerinden, başkalarının değil kendi hayatlarını yaşamalarından dolayı daha fazla takdir görüyorlar. başkaları ne der düşüncesi asla sizi yapacaklarınızdan alıkoymasın. memnun etmeye çalıştığınız o insanlar bir gün kendi yollarına giderler ve siz, onlardan onay alacağım diye veda ettiğiniz hayallerinize uzaktan bakar, hayal kırıklarınızla baş başa kalırsınız.

bazı şeyler göründüğü kadar iyi değildir
“başarı, önemli bir doğum gününe yetişmek ve sonunda kendinin yine aynı olduğunu fark etmektir.”
bazen bir şey isteriz. bir iş, bir aşk, bir arkadaşlık ya da bir çift ayakkabı… ve deriz ki: “ona bir sahip olayım, dünyada benden mutlusu olmayacak.” ve derken on elde ederiz. ilk başta harikadır. ama kısa bir süre sonra bakarız ki istediğimiz o değil aslında. bizi mutlu etmemeye hatta sıkmaya başlar. peki neden? çünkü bir şeye sahip olduğunda o şey gözünde normalleşmeye, sıradanlaşmaya başlar ve ego daha fazlasını ister ve bu hep böyle sürer gider. bazen çevreniz değişmiş olsa da yine aynı “siz” olduğunuzdan şikayet edersiniz. aynı kişisel bariyerler, aynı iç sıkıntıları, aynı çıkmazlar… çünkü değişen dışarısıdır yalnızca, içersi değil. kimi zaman da başarı cilveleriyle beraber gelir. başarının yorgunlukları, karmaşaları, stresi ve kalabalığı hayatınızın güllük gülistanlık olmadığını haber verir. o yüzden sonu gelmez bir açlıkla yeni maceralar, yeni arzular peşinde koşmayın. ruhun asla doymayacağını, hep bir yenisinin peşine düşeceğini hatırlayın. duracağınız yeri bilin. yoksa hayatınız bir stres ve mutsuzluk girdabına döner. "

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol